Uluslararası ilişkilerdeki dinamikler sürekli değişim gösterirken, İsrail'in bölgesel güç olma arzusunun ardında yatan gerçekler giderek daha fazla sorgulanır hale geliyor. Foreing Policy'nin analizine göre, tarihsel bağlamda güçlü bir jeopolitik konumlanma arayışında olan İsrail, çeşitli iç ve dış dinamiklerle karşı karşıya kalıyor. Bu yazıda, İsrail'in bölgesel güç olma çabalarının temel nedenlerini, engellerini ve stratejilerini inceleyeceğiz.
İsrail’in kurulması, 1948 yılında Birleşmiş Milletler'in aldığı kararlarla mümkün hale geldi. Ancak o günden bu yana, İsrail devletinin ayakta kalabilmesi için sürekli bir güvenlik ve varlık mücadelesi vermesi gerekti. Hedefi, sadece kendi topraklarını güvence altına almak değil, aynı zamanda bölgede etkili bir güç olarak tanınmak oldu. Cold War döneminin sona ermesiyle birlikte, Orta Doğu’daki dinamikler hızla değişti. Körfez Savaşı ve sonrasındaki dönemlerde, İsrail'in stratejik önemi daha da artmış olmakla birlikte, bu durum beraberinde birçok zorluğu da getirdi. Bugün, İsrail’in askeri gücü ve teknolojik altyapısı dünya genelinde takdir edilirken, bölgedeki diğer aktörlerle olan ilişkileri dikkat çekiyor.
Birçok uzman, İsrail'in bölgesel güç olma hedefinin önündeki en büyük engellerden birinin, komşu ülkelerle olan tarihi çekişmeler ve çatışmalar olduğunu belirtmektedir. Özellikle Filistin meselesi, sadece İsrail için değil, tüm bölge için kritik bir sorun teşkil ediyor. Bu sorunun devam etmesi, diğer Arap ülkeleri ile olan ilişkileri de olumsuz yönde etkiliyor. Arap Baharı sonrası ortaya çıkan unsurlar, dinamikleri daha da zora sokmuş durumda. Müslüman Kardeşler, İran'ın nüfuz artışı ve Türkiye’nin Orta Doğu'daki rolü gibi etkenler, İsrail’in politikalarını yönlendirmekte ve bu doğrultuda bölgesel güç olma iddialarını sorgulayıcı hale getirmektedir.
Bunun yanı sıra, iç politikadaki bölünmüşlük de İsrail’in uluslararası arenada güçlü bir aktör olarak tanınmasını zorlaştırıyor. Farklı siyasi partilerin ideolojik farklılıkları, dış politika stratejilerinin zaman zaman tutarsız bir şekilde şekillenmesine neden oluyor. Cinsiyet eşitliği, LGBT hakları ve sosyal adalet gibi konularda ileri adımlar atılmış olsa da, bu durumun İsrail’in askeri ve siyasi ağırlığını artırması beklenmiyor.
Ankara ile Tel Aviv arasındaki ilişkiler, iki ülke arasında zaman zaman gerginlik yaşanmasına rağmen, stratejik bağların önemini artırmaktadır. Türkiye, bölgedeki dengeleri göz önünde bulundurarak, bölgesel ve uluslararası platformlarda etkili bir güç olma çabalarını sürdürüyor. Bu da, İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini dikkatlice yönetmesini gerektiriyor.
Sonuç olarak, İsrail'in bölgesel güç olma hayali birçok engel ve zorlukla karşı karşıya. Askeri potansiyeli ve teknolojik üstünlüğü ile önceki kuşakların elde edemediği bazı avantajlara sahip olsa da, bölgedeki siyasi kutuplaşmalar ve uluslararası ilişkilerdeki belirsizlikler bu hayalin gerçekleşmesini zorlaştırıyor. Ayrıca, Filistin meselesi gibi derin tarihsel ve duygusal bir sorun, bölgedeki her türlü diplomatik girişimi sürekli bir tıkanıklık içinde tutuyor.
Gelecekte İsrail’in nasıl bir strateji izleyerek bu engelleri aşabileceği ya da mevcut durumda nasıl bir konumda kalacağı merakla bekleniyor. Ancak kesin olan bir şey var: Bölgesel güç olma hedefinde hırslı olan İsrail, karşılaştığı bu zorluklarla başa çıkmanın yollarını bulamazsa, büyük bir uluslararası aktör olarak tanınma potansiyelini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.